Muhammet Durmuş

ABLUKA

793 1410 Muhammet Durmuş

Yanardağ bir kadını gebe bırakırsa
Gökyüzü gümbürdeyerek inerse
Yahut dünyanın derisi yüzülüp asılırsa göğe
Raydan çıkan tren gibi sarsılıyorsa gövdem 

Şehvetten düğümlendiyse gece
Ensemde soluyorsa kuduz gün doğumu
Her yeri saran et kokusu bunun ispatıysa 

Bin parçaya ayrılıp sürdüysem izini
Karşısına çıkanı yırtıp attıysa çatal bakışım
Yüzüm makas değiştiyse 

Ve göğüslerin kabarmış birer iniltiyse
Seni yutacak lavlar ancak benimdir 

İRTİFA KAYBI

900 1600 Muhammet Durmuş

-Resimdeki çiçekleri kim sulayacak?
-Bakış! 

Bir gözüm cesetleri sorgulardı
Üzerinde ölümün marka izi
Diğerinde çift taraflı bıçağıyla temkinli sevinç
Tomruklar arasında dolaşmaktan
Biçimsiz bir başkaldırı gibi görürdüm ağaçları 

Yolların boş kaldığı saatlerde
Kulaklarıma dolardı deniz
Kopmaz sandığım iplerde kalan
Ellerimi toplamak ne zor
Ve eski bir alışkanlığa yeniden başlamak 

Sana gençlik yıllarımdan yapılma çizmeler getirdim
Sana gece soluk yüklü karda eliçleri
Sana karanfil kışı kahroluş paltosu
Aldanışa alkış yağar sihirbazla

Hasadı olmayan seneler boyu
Dikenli kiraz gibi kolladım seni
Yaranı acıtmasın diye
Hemşireye hediyeler getirdim
Yalnızca beni vurur bileyerek tükettiğim taş 

Yaşadım, bu sancıyı kesip atmak için
Kaç seneyi katran sürünerek geçtik
Nezaket perdesini çekip ayrılırken
Birbirinde unuttuk aynı yangını 

GENÇLİĞİN SON YAZI

900 1600 Muhammet Durmuş

Yaşamak çağlaydı seni gördüğümde
Gergin ve yeşildi yanaklarım 

Parmaklarım, sana doğru sürünen sarmaşıklar
Durmadan vurulan bendim, neşter elinde diye 

Kısırdı toprak, tohumlarımı ektiğimde
Güz bahçesinde bir sandalyeyle bekleştim 

Kendi mevsimine alınmayan çiçek açardı yine de
Sular çekilince görülen gemide kürek çekenler vardı 

Kimse anlamadı neden geldim, ateşe verildiğim kıyıya
Güldüğüm bütün yüzler hinlik aradı bende 

CEBRAİL’İN UYKUSU

885 1573 Muhammet Durmuş

I 

Pek uzun süren ve hitama eremeyen arzuna kırk gün ağla
Kırk gün sonra artık onu arzu etmeyeceksin.
Gördüklerin gözlerinden ve duydukların kulaklarından
Sinirlerini kanırtarak geri çekildi
Artık hiçbir şey ümit etmeyeceksin.
Rab seni beklemekten yarattı
Ve sen
Onu içinde bekletilmekten yarattın
Artık beklemeyeceksin 

Ruhuna işlediğin her nakış kendini ikna içindi
Şimdi ilmek ilmek sökmekle yükümlüsün
Şimdi, en gizli kusurun akranısın
Kapıda paslanmış bir dileksin

Aynaların kadınlara neler ettiğini görmedin mi 

II 

Artık ne yapıyordun
Her şey geçti
O isyan ve zulüm nehri kurudu
Şehirler kuruldu yerine
Yönetmeyi öğrendi kendince insanoğlu
Bir kıtayı transatlantikle yürüttüler

Artık ne yapıyordun
Toprak bir ağaca daha güç yetiremiyordu
Sen bin yıllık terden bir güneş içinde
Zamanı tekrardan sekerek geçtin
Bir rende bir yonga ve mıh.
Göç aksadı oysa
Telef oldu hayvanlar hayal kırıklığından

Talaş ve odun parçalarından kurulu
Coğrafyanın karnında didinen cenin
Kendine çabandan bir rahim yaptınsa da olmadı
Ne tufanı gönderdi çalap ne tamamlandı gemi

Biz öldük, bizim çocuklarımız da öldü
Ey kendini kuran elin cerrahı
Yansımıyor kalbin aynasında hiçbir görüntü 

III 

Kaplanı uysallaştıran ne
Denizi uysallaştıran ne
Aydınlık kükremeye hazırlandığı anda
Göğü uysallaştıran ne
Beni uysallaştıran ne
Hüsran hüsran

Elem bize düşman eliyle inmekten caydı
Düşman ardımız sıra kuma inmekten caydı
Atlar solumaktan, tekerler dönmekten
Kından çekili kılıç şavkımaktan
Alem işlemekten caydı
Aynı tasta eridi dost ile düşman
Asa öldü, düş öldü, kalp memeden kesildi
Görünmez merdivenlerle zamanı tırmanmaya durduk
Her basamağı
Hüsran hüsran 

Ey gün
Ve geceyi tutan terazi 

IV 

Uyan. 

BÜYÜK TAARRUZ

900 1600 Muhammet Durmuş

Merhemini bulmuş gibi atılıp
Çeşmelerin kuru göğüslerinden dönen
Her seferinde dönen
Bedenim bacaklarına ağır
Arayış yüklü gemi
Okyanustan bir gezegende
Geceleri düş, sabahları alka seltzer.
Ümidine secde edip yolculuğu ıskalamış
Üzerinde durduğu suyu ıskalamış
Ey Türk evveliyatının torunu
Ey Türk istikbalinin atası
Olup bitenle verilen “neden” adlı bir savaş vardır 

Harflerini bereketli tohumlar gibi
Dört bir yana saçarak oku
Omuz omuza inşa edilmiş ehramda
Gedik açan fermanı
Endişenin ağına bıraksın seni
Yoklanan cevapların hüsranı
Ulak çekilince tanrısı yıkılacak olana çat!
Dik bakışlarla bir Cuma günü
Kurgulanan baht örgüsünü kaçır alnından halkın
Kofları şüpheyle doldur zarla değiş pusulayı
Vesikaların yerine iskambil kartlarına var mısın?
Alışılmadık bir sünnet olarak protesto
Kovulmuş bir hikmetle yüklüdür linç
Ey soy, kuşları festivalde vurulan ardıç

Teselli etmek için
Pişmanlığın kapanında çırpınan anıyı
Eve öteki olarak dönen amok
Eski muhataplar caddesinde
Beşinci kat on dört numarada
Yeni mezun bir Sisifos
Payına düşene kapanıp kaynıyor ihtirasla,
Baltasına boyun topluyor
Dört kitabı çevirip baktığı faldan.
Yarının mızrabını avcuna almış rutin
Boğazladığı soluğun küratörü
Acı, her şeyi kendine bularken, sevinç
Motoru bozulan gemide rahat yatak terörü

Hızır Ankara’da bürokrat
Okçular tepeye eskort çağırıyor
Fakat bültenlerde kar yağışı
Bu solgun dirilerin müsebbibi Mesih değil.
Kara! Kendi içinde kamarotun çaresizce dilediği
Pıhtılaşan kan gibi kurumuş dudaklarında.
Seneler sonra bugünü düşünen çocuk anlıyor
Rabbin tufanı yalnızca gemiye indirdiğini

Ve meydanlarda ekrana geriliyor us fahişesi
Çıktıkça alçalan bu merdiven götürmüyor bizi
Çorak şahikadan mümbit ovalara
Ağzına çalınan muhabbetin ilk nimeti
Ya gazi ya şehit
Türk’ün arzuyla imtihanı
Şahsiyet kalesiyle jenga 

BAŞKA DALDA VURULMAK

902 1600 Muhammet Durmuş

Arastadan geçerdik, kabul edilmiş dualardan
Gülümseyen çocuğun üvey sevinci
Kolayca seçilirdi kalabalık salkımında
Pikapta unutulan şarkılar çalardı
Gölgemizi çekiştirirken güneş 

Toprağın üstünde uyumak ne güzeldir
Gönlünden geçeni birden söylemek
Tezgahına gelmeden yaşamak hiç kimsenin
Oysa açık yaralarla dalıyorum denize
Bir yonga gibi koparak dünyadan
Kalemim şiirle övünmüyor çünkü
Çağırmıyor beni soluğumla eren çağla
Çözülüyor iskeleden kader ve serzeniş
Bu iğne oyaları senin 

Asma yaprağı koz burada, üzümler koruk
Üstüme doğrulttuğun bakışlar
Kılıç gibi saplanıp kaldı kaburgamda
Ben böyle yorulmadım yağmurla vurulmaktan
Başaltına saklanmadan sağ çıktım
Bütün fırtınalardan

Kurduğum hayaller
Beni soruşturdu kapı önlerinde
Anladım, ilkbahar zor sonbahardan
Hatıraların ocağı içindi bütün ormanlar
Yarın ne diri ağaçtı ne güzeldi yangını
Gece gündüz onu izledim 

Düz ovada sesini arıyor yankısıyla cıvıldaşan
Bir başına kaldıkça hamarat
Bir başına kaldıkça indiriyor vitrinden kendini
On beşinde ruj, sigarayla çıkılan balkon
Camekanla çevriliyor otuzda
Bir dostluğun bir sevdanın bitişi
Ağarmış kusur, soframdayken hâlâ 

Ne güzeldir şimdi
Büyük yastıklara gömerek unutmak başını
Unutmak, görmezden geldiğin gölgemi
Gömleğinden önce dizleri çözüleni unutmak
Donan ter gibi saçlarımdan tutup
Bataklığına çekmişti beni 

Şimdi
Israrın ipini bırakıp gemileri söndürmek,
Maaş bordroları
Ve çalışma saatleriyle sevişmek ne güzeldir!