Bir gözüm cesetleri sorgulardı Üzerinde ölümün marka izi Diğerinde çift taraflı bıçağıyla temkinli sevinç Tomruklar arasında dolaşmaktan Biçimsiz bir başkaldırı gibi görürdüm ağaçları
Yolların boş kaldığı saatlerde Kulaklarıma dolardı deniz
Kopmaz sandığım iplerde kalan Ellerimi toplamak ne zor Ve eski bir alışkanlığa yeniden başlamak
Sana gençlik yıllarımdan yapılma çizmeler getirdim Sana gece soluk yüklü karda eliçleri
Sana karanfil kışı kahroluş paltosu Aldanışa alkış yağar sihirbazla
Hasadı olmayan seneler boyu Dikenli kiraz gibi kolladım seni Yaranı acıtmasın diye
Hemşireye hediyeler getirdim Yalnızca beni vurur bileyerek tükettiğim taş
Yaşadım, bu sancıyı kesip atmak için Kaç seneyi katran sürünerek geçtik Nezaket perdesini çekip ayrılırken Birbirinde unuttuk aynı yangını
Pek uzun süren ve hitama eremeyen arzuna kırk gün ağla Kırk gün sonra artık onu arzu etmeyeceksin. Gördüklerin gözlerinden ve duydukların kulaklarından Sinirlerini kanırtarak geri çekildi Artık hiçbir şey ümit etmeyeceksin. Rab seni beklemekten yarattı Ve sen Onu içinde bekletilmekten yarattın Artık beklemeyeceksin
Ruhuna işlediğin her nakış kendini ikna içindi Şimdi ilmek ilmek sökmekle yükümlüsün Şimdi, en gizli kusurun akranısın Kapıda paslanmış bir dileksin
Aynaların kadınlara neler ettiğini görmedin mi
II
Artık ne yapıyordun Her şey geçti O isyan ve zulüm nehri kurudu Şehirler kuruldu yerine Yönetmeyi öğrendi kendince insanoğlu Bir kıtayı transatlantikle yürüttüler
Artık ne yapıyordun Toprak bir ağaca daha güç yetiremiyordu Sen bin yıllık terden bir güneş içinde Zamanı tekrardan sekerek geçtin Bir rende bir yonga ve mıh. Göç aksadı oysa Telef oldu hayvanlar hayal kırıklığından
Talaş ve odun parçalarından kurulu Coğrafyanın karnında didinen cenin Kendine çabandan bir rahim yaptınsa da olmadı Ne tufanı gönderdi çalap ne tamamlandı gemi
Biz öldük, bizim çocuklarımız da öldü Ey kendini kuran elin cerrahı Yansımıyor kalbin aynasında hiçbir görüntü
III
Kaplanı uysallaştıran ne Denizi uysallaştıran ne Aydınlık kükremeye hazırlandığı anda Göğü uysallaştıran ne Beni uysallaştıran ne Hüsran hüsran
Elem bize düşman eliyle inmekten caydı Düşman ardımız sıra kuma inmekten caydı Atlar solumaktan, tekerler dönmekten Kından çekili kılıç şavkımaktan Alem işlemekten caydı Aynı tasta eridi dost ile düşman Asa öldü, düş öldü, kalp memeden kesildi Görünmez merdivenlerle zamanı tırmanmaya durduk Her basamağı Hüsran hüsran
Merhemini bulmuş gibi atılıp Çeşmelerin kuru göğüslerinden dönen Her seferinde dönen Bedenim bacaklarına ağır Arayış yüklü gemi Okyanustan bir gezegende Geceleri düş, sabahları alka seltzer. Ümidine secde edip yolculuğu ıskalamış Üzerinde durduğu suyu ıskalamış Ey Türk evveliyatının torunu Ey Türk istikbalinin atası Olup bitenle verilen “neden” adlı bir savaş vardır
Harflerini bereketli tohumlar gibi Dört bir yana saçarak oku Omuz omuza inşa edilmiş ehramda Gedik açan fermanı Endişenin ağına bıraksın seni Yoklanan cevapların hüsranı Ulak çekilince tanrısı yıkılacak olana çat! Dik bakışlarla bir Cuma günü Kurgulanan baht örgüsünü kaçır alnından halkın Kofları şüpheyle doldur zarla değiş pusulayı Vesikaların yerine iskambil kartlarına var mısın? Alışılmadık bir sünnet olarak protesto Kovulmuş bir hikmetle yüklüdür linç Ey soy, kuşları festivalde vurulan ardıç
Teselli etmek için Pişmanlığın kapanında çırpınan anıyı Eve öteki olarak dönen amok Eski muhataplar caddesinde Beşinci kat on dört numarada Yeni mezun bir Sisifos Payına düşene kapanıp kaynıyor ihtirasla, Baltasına boyun topluyor Dört kitabı çevirip baktığı faldan. Yarının mızrabını avcuna almış rutin Boğazladığı soluğun küratörü Acı, her şeyi kendine bularken, sevinç Motoru bozulan gemide rahat yatak terörü
Hızır Ankara’da bürokrat Okçular tepeye eskort çağırıyor Fakat bültenlerde kar yağışı Bu solgun dirilerin müsebbibi Mesih değil. Kara! Kendi içinde kamarotun çaresizce dilediği Pıhtılaşan kan gibi kurumuş dudaklarında. Seneler sonra bugünü düşünen çocuk anlıyor Rabbin tufanı yalnızca gemiye indirdiğini
Ve meydanlarda ekrana geriliyor us fahişesi Çıktıkça alçalan bu merdiven götürmüyor bizi Çorak şahikadan mümbit ovalara Ağzına çalınan muhabbetin ilk nimeti Ya gazi ya şehit Türk’ün arzuyla imtihanı Şahsiyet kalesiyle jenga
Arastadan geçerdik, kabul edilmiş dualardan Gülümseyen çocuğun üvey sevinci Kolayca seçilirdi kalabalık salkımında Pikapta unutulan şarkılar çalardı Gölgemizi çekiştirirken güneş
Toprağın üstünde uyumak ne güzeldir Gönlünden geçeni birden söylemek Tezgahına gelmeden yaşamak hiç kimsenin Oysa açık yaralarla dalıyorum denize Bir yonga gibi koparak dünyadan Kalemim şiirle övünmüyor çünkü Çağırmıyor beni soluğumla eren çağla Çözülüyor iskeleden kader ve serzeniş Bu iğne oyaları senin
Asma yaprağı koz burada, üzümler koruk Üstüme doğrulttuğun bakışlar Kılıç gibi saplanıp kaldı kaburgamda Ben böyle yorulmadım yağmurla vurulmaktan Başaltına saklanmadan sağ çıktım Bütün fırtınalardan
Kurduğum hayaller Beni soruşturdu kapı önlerinde Anladım, ilkbahar zor sonbahardan Hatıraların ocağı içindi bütün ormanlar Yarın ne diri ağaçtı ne güzeldi yangını Gece gündüz onu izledim
Düz ovada sesini arıyor yankısıyla cıvıldaşan Bir başına kaldıkça hamarat Bir başına kaldıkça indiriyor vitrinden kendini On beşinde ruj, sigarayla çıkılan balkon Camekanla çevriliyor otuzda Bir dostluğun bir sevdanın bitişi Ağarmış kusur, soframdayken hâlâ
Ne güzeldir şimdi Büyük yastıklara gömerek unutmak başını Unutmak, görmezden geldiğin gölgemi Gömleğinden önce dizleri çözüleni unutmak Donan ter gibi saçlarımdan tutup Bataklığına çekmişti beni
Şimdi Israrın ipini bırakıp gemileri söndürmek, Maaş bordroları Ve çalışma saatleriyle sevişmek ne güzeldir!